2 Sosyal bilimlerde karşılaşılacak zorlukların üstesinden gelmek
2.3 Terim kullanımından kaynaklanan zorluklar
Muhtemelen, bu alanda karşılaşılacak en büyük zorluk, karşınıza çıkacak olan terim ve kavramların hepsini öğrenme gerekliliğidir, ki bazıları için ‘felsefe’ ve ‘bilim’ kelimeleri dahi itici olabilir. Bu üniteyi okurken, daha önce de öğrendiğiniz ‘izm’ler ile ‘oloji’ler ve terimlerle karşılaşabilirsiniz. Bu terimleri sosyal dünyanın yapılanışı ve bu yapılanışın nasıl çalışılacağına dair en uygun yöntemler hakkında varsayım ve fikirler toplamada bir kestirme yol olarak düşünmek gerekir. Aynı varsayımları tekrar tekrar gündeme getirmek yerine, bu kestirme yolları kullanmak daha iyi gözükebilir ancak kestirmelere fazla bağımlı olmamaya da dikkat etmemiz gerekir. Bir takım yöntemsel kurallara körü körüne bağlı kalırken çok katı olabiliriz. Sözkonusu kavramların bazıları o kadar uzun süredir kullanılmaktadırlar ki, bazıları neredeyse bir din gibi algılanırlar – doğrulukları sorgulanmaz. Sosyal bilimciler olarak beklenmeyen olgularla karşılaşacaksınız ve geleneksel açıklamalar olguya mantıklı bir açıklama getirmekten uzak olacak. Böyle durumlarda varolan kuramsal varsayımlarınızı ve araştırma yöntemlerinizi gözden geçirmeniz ve en temel varsayımlarınızın bile yeniden değerlendirilmesi gerektiğine karar vermeniz gerekebilir.
Özel bir terminoloji ile dilin kullanılması sosyal bilimler çalışan herhangi biri için önemli bir sorun yaratabilir. Son yüz yıldır, her sosyal bilim disiplini, kendine alan yaratmış, kendi analiz nesnesini tanımlamış ve kendi alanında çalışanlar ya da çalışmayı umanların kullanacağı kavram ve referanslar geliştirmiştir. Pek çok ana kavram üzerinde anlaşmazlıklar bulunmaktadır; zaten bu üniteyi takip ederken bilimin kendisinin nasıl tartışmalı bir kavram olduğunu ve sosyal bilimler felsefesindeki değişik yaklaşımlara göre nasıl farklı algılandığını göreceksiniz. İlaveten, sıkça kullanılan bazı kavramlar, örneğin, deneyim, nedensellik, kuram, model ve bilimsel yöntem her sosyal bilim disiplininde farklı anlama gelebilir. Ayrıca bu kavramlar günlük hayatta kullandığımızdan da farklı anlamlara gelebilir. Sosyal bilimlerle uğraşan herkes, bir noktada bu sorunun farkına varır ve çoğumuz hala da bu sorunla uğraşmaktayız. Bütün bu sorunlara rağmen, varsayım ve fikir yığınları için kestirme kavram ve terimler kullanmamız karmaşık fikirleri tartışırken herkesin anlayacağı ortak bir dile sahip olduğumuz anlamına gelir.
Etkinlik 1
Konutlandırma ve evsizlik üzerine yapılmış güncel araştırmalardan alınmış dört okumadan birincisini seçin. A okuma parçası, ‘Ev sahibi olmak ve ev kiralamak’ adlı özet, Peter Saunders’ın barınma konusunda yazdığı Ev Sahibi Bir Millet eserinden alınmıştır ve bu konudaki deneysel bulguları irdelemektedir. B okuma parçası sizden evsiz bir kadına ait olan belge niteliğindeki fotoğrafı ‘okumanızı’ istemektedir. ‘Evsiz’ başlıklı C okuma parçası ise Jean Conway’in Sermaye’nin Düşüşü, Londra’da Barınmanın Bir Analizi eserinden alınan bir özet olup daha tepkili bir tavır ortaya koyar. Son olarak, D Okuma parçası, ‘Evin Anlamı’, ‘Evsiz Kadınların Deneyimleri’ isimli Annabel Tomas ve Helga Dittmar imzalı eserden alınmış, Brighton, İngiltere’de yaşayan ve Tomas tarafından görüşülen kadınların ayrıntılı mülakatlarındaki tepkilerini içermektedir.
Bu okumalarda aşağıdaki noktaları benzerlik ve farklılıkları ile ele almalısınız:
Bu örneklerden hangileri bir taraf seçerek güçsüz bireylerin sesini duyurmaya çalışmaktadırlar? Her bir özette kimin sesi daha çok duyulmaktadır? Çalışmayı yapan araştırmacının mı (özne), üzerinde araştırma yapılan insanların mı (nesne)?
Aynı zamanda bu okumaların siyasi önyargı içerip içermediği ve içeriyorlarsa hangi siyasi değerlerin sözkonusu edildiğini saptamalısınız.
Bu örnekleri daha sonra bu ünite içinde karşınıza çıkacak Etkinlik 2 sırasında da hatırlamanız iyi olacaktır.
A Okuma parçası
Ev sahibi olmak ve ev kiralamak
Peter Saunders
Belediyenin ev satışları hakkındaki tüm çalışmalar göstermektedir ki, alıcılar (ev sahipleri) kiracılara göre daha yüksek gelir sahibidirler. Her ev sahibi aile reisinin ortalama geliri, ev kiralamaya devam eden aile reislerinin gelirlerinin iki katı düzeyindedir. Aynı zamanda çalışmalar göstermektedir ki, ev sahipleri genellikle orta yaşlıdır ve aynı evde birden fazla gelir sahibi birey yaşamaktadır. Örneğin, Aberdeen şehrinde ev satışlarının yüzde 75’i, birden fazla gelir sahibinin olduğu ailelere yapılmıştır...ve evdeki birincil gelir sahibinin eğitim gerektiren, manuel olan ya da olmayan ama esas olarak güvenli bir işi varsa ve aile geleneksel çekirdek aile yapısındaysa satış yapılması daha olasıdır. …
Birleşik Krallık’ta ‘orta sınıf’ ve ‘alt sınıf’ olarak adlandırılan iki sosyal sınıf arasında gitgide artan endişe verici bir uçurum bulunmaktadır. Bu ayrım, tabii ki, konutlandırma sisteminden farklı etmenler sebebiyle ortaya çıkmıştır ancak barınma farklılıkları aracılığıyla git gide bu ayrım göze çarpmaya başlamış ve gelir eşitsizlikleri ile de iyice beslenmiştir. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın alt sınıf, konut sektörünün en az tercih edilen kısımlarında yoğunlaşmıştır. Devletin kiralık evleri, giderek düşük gelir, devlet yardımına olan yüksek bağımlılık, yüksek işsizlik oranları ve orantısız bekar ebeveyn ile bekar yaşlı nüfusla birlikte anılmaya başlanmıştır. Belediye kiracılarının bir işi varsa bile eğitimsiz ya da yarı-kalifiye eleman çalıştıran işlerde çalıştıkları ortaya çıkmıştır.
Ülkenin belediye konutlarından geri kalanların, az kazanan ya da ekonomik faaliyeti bulunmayanlara açılması (ülkenin en iyi emlağının zaten kişilere satılmış olduğunu düşünürsek) sadece varolan ekonomik eşitsizlikleri göstermez, aynı zamanda yeni eşitsizliklere de katkıda bulunur. Her sosyal sınıftan gelen ev sahibi, ülkenin zenginliğini malsahipliği yoluyla paylaşırken belediye emlağını kiralayanlar (aralarında ev sahibi olmak isteyenler de var), içinde yaşadıkları ev ya da dairenin değer artışından faydalanamamaktadırlar. Bunun yerine, kiracılar, belirsiz bir süre için belediye evlerine kira ödemekle karşı karşıya kalırlar (bazen de barınma desteği alırlar). Ev sahibi olan orta sınıf zenginleşirken, devlet emlağında kirada oturanlar oldukları yerde saymaktadırlar. Devlet konutlarının sosyalist destekçileri, bu sisteme ‘kira standartlaştırması’ derken, kiracılar durumlarını ‘parayı sokağa atmak’ olarak değerlendiriyorlar.
Kaynak: Saunders, 1990, pp. 320, 369.
B Okuması
Evsiz bir kadın: belge niteliğinde bir fotoğraf
Kaynak: çeken Jacky Chapman
C Okuması
Evsiz
Jean Conway
Bazı evsiz insanlar sokaklarda uyurken, binlercesinin kalıcı bir evi bulunmamakta ve çeşitli rahatsız ve güvenliği şüpheli evler arasında taşınıp durmaktadırlar. Bu barınma ihtiyacının ne boyutta olduğuna dair bir ölçü bulunmamaktadır. Uzun bir süredir, Londra semtlerinde yaşayan evsiz sayısı artmaktadır – 1971’de 4,000 iken 1970 ortalarında bu sayı 12,000’e yükselmiş ve 1983’te ise 24,000 olmuştur.
Birleşik Krallık’ta kayıt altında bulunan evsizlik rakamları Londra’da diğer şehirlerden daha fazladır. 1000 sakinin 4.6’sı evsizken, ülke ortalaması 2.3’tür ve şehir merkezinde bu oran 6.6’ya yükselmektedir.
Ne var ki bu oranlar, Evsiz İnsanlar Yasası kapsamında devletin kabullenmek zorunda kaldığı ve çoğu bekar ile evli ve çocuksuz evsizleri içermeyen rakamlardır. Binlerce fazlası, kabul edilmeyeceklerini bildiklerinden devlete başvurmamakta, bir kısmı da başvurduğu halde evsiz olarak kabul edilmemektedirler…. Bu durum göstermektedir ki, Londra’da resmi kayıtların sadece küçük bir kısmını yansıtabildiği ve yetkili kurumlarca ele alabildiği büyük bir evsizlik sorunu yaşanmaktadır.
Sözkonusu yetkili kurumlar bu sorun karşısında çoğunlukla yetersiz kalmaktadırlar. Eldeki üç kiralıktan birini evsizlere veriyor olmalarına rağmen ilçelerin dörtte üçü yatak-kahvaltı otellerini kullanarak evsizler sorununu çözmeye çalışmaktadırlar çünkü belediyeye ait mülkleri evsizlere verememektedirler. Aralık 1983’te Londra’da geçici ikamette bulunan 3,000’den fazla evsizden yaklaşık 2,000’i yatak- kahvaltı otellerde kalmaktaydı. Bu hem evsiz aileler hem de ilçe için oldukça yetersiz bir çözümdür … Bir ilçe için kiralayacak ev almak ya da inşa etmek bir aileyi yatak-kahvaltı otelde barındırmaktan çok daha ucuza gelebilir.
Belli ki, Londra ilçeleri evsizlik sorunu ile zora düşmüştür ve çözümden de oldukça uzaktır. Aynı zamanda, bekleme listesinde olan pek çok kişi yeniden bir konut sahibi yapılamamaktadır, modernizasyon planları içeren programlar için kaynak aktarımı gerçekleştirilememekte ve diğer önemli barınma ihtiyaçları karşılanamamaktadırlar. Süregelen konutlandırma azlığı ve bunun getirdiği barınma zorluğu, Londra’nın yakın gelecekte pek çok sakinine düzgün yaşam koşulları sağlayamayacağına işaret etmektedir. …
Londra’nın konut durumu araştırması şunu göstermektedir: şehir çapında yetkili bir kurumun şehrin kaynaklarını, daha verimli ve orantısız dağılmış ihtiyaçları karşılayacak şekilde kullanması gerekmektedir:
Kaynak: Conway, 1984, s. 59–61, 72.
D Okuması
Evin Anlamı
Annabel Tomas and Helga Dittmar
Evsiz kadınların hayatlarını anlamak gereksinimi, bu çalışmada kullanılan yaşam tarihsel ve yaşantısal yaklaşımın en önemli güdüsüdür. Evsizlik bir yaşam süreci olarak görülmektedir ve evsiz kadınların yaşamları ile hayatları hakkında anlattıkları, sosyal anlamlandırmaya uygun şekilde araştırılmış ve belirlenmiştir (Blasi, 1990). Bu yaklaşımda, evsizlik konusunu, bir bireyin tarihte kısılı kalmışlığı veya belirsiz bir hastalık sürecinde sürüklenmişliği olarak değil, bir bireyin bazı sosyal sorunlarla savaştığı bir konu olarak ele alma kaygısı bulunmaktadır. Bu yaklaşıma göre, insanlar, kişisel ve sosyal tarihlerinin deneyimlenmesinde, uzlaşmasında ve (yeniden) yaratılmasında etkin katılımcılar olarak değerlendirilirler. Semboller, alan, dil ve ritüelleştirilmiş hareketlerin yaratıcı kullanımında, bunlar ciddi anlamda kısıtlansa bile, amaçlı, dirençli ve hedefe odaklı olarak algılanırlar (Fiske, 1991; Glasser, 1988; Jackson, 1988; Snow et al., 1988). İnsanlar kısıtlanmış olsa da olmasa da, sadece hayatlarında değil hayatları hakkında anlattıkları hikayelerde de deneyimler ve uzlaşırlar, yaratıcıdırlar. Evsiz kadınların durumları ile ilgili deneyimlerini anlattıkları hikayeler özellikle önemlidir çünkü bunları anlatarak olayın ‘ötesine geçer’ ve durumu değerlendirirler. Bu sebeple, bir yaşam tarihi anlatımı, önemli bir veri iken (Bruner, 1990), evsizlik ile ‘ev’in anlamını keşfetmek için de önemli bir kaynaktır. …
Çalışmamızda, mülakat verilerinin, kültürel gerçeklikleri yansıttığı düşünülmektedir (Silverman, 1985), ki bunlar doğru ya da yanlış değil, sadece ‘gerçek’tirler. Bu bakış açısıyla, mülakat verileri, araştırma katılımcılarının gerçekte ne yaptıklarının gözlemlenmesi veya bir gözlemcinin ne söyleyebileceği ile dengelenecek bir parça değildir. Aksine, bu mülakat verilerinin yansıttığı gerçekçilik, sosyal örgütlenmenin belli biçimlerinde, kültürel özellikleri yeniden doğurup ifade ettiği anlamına gelir. Yaşam tarihi hikayelerinde ifade bulan bu sosyal örgütlenme biçimleri, evsiz kadınlar için evin anlamının ve yaşadıkları deneyimlerin vücut bulduğu yerlerdir. …
Güvenli bir eve sahip kadınlardan sekizinin hemen ifade ettiği ama evsiz kadınların etmediği ‘ev’ ile ‘ideal ev’ arasındaki fark, ona erişebilme olasılığı ile ilgiliydi. Örneğin, “Ne istediğimi biliyorum ama sahip olabileceğime emin değilim”, ve “Benim istediğim bu”. Bu, görüşülen kadınların ev ile ideal ev arasında fark gördüklerine işaret ediyordu. ‘İdeal eviniz neye benzemeli?’ sorusuna cevap olarak, güvenli bir evi olan 12 kadının hepsi, ideal evlerini aile ve arkadaşlarıyla birlikte olabilecekleri sıcak bir ortam olarak tanımladılar. İlaveten, bir takım maddi özelliklere de dikkat çekildi, örneğin güzel bir yer (“şehir dışında bir sayfiye evi“ gibi), içeride ve bahçede geniş bir alan (mesela “büyük bir bahçesi ve bir sürü odası olan bir ev” gibi) veya daha fazla maddi güç (klasik “bahçede güller, dolu bir dolap” gibi). Güvenli bir eve sahip kadınların verdiği ideal ev tanımında bu tarz maddi istekler öncelik kazanırken ideal ev ‘sıcak ve ait hissedilen bir ev’den ötedir. Nasıl ki bu kadınlara göre, ‘ev’ tanımlarında ‘güvenlik’ varsayılan bir unsursa, ‘ideal ev’ tanımlarında da ‘sıcaklık ve aidiyet duygusu’ (yuva) varlığı sorgulanmayan kavramlardı.
Güvenli bir eve sahip kadınların, ev ve ideal ev arasındaki ayrımlarının hiyerarşik ve giderek artan doğası, barınma konusundaki tecrübe ile kişinin ev algılaması arasındaki yakın bağ üzerine varolan kuramsal yaklaşımlar ile uyum içindedir. Psikolojik bir öneme sahip bir yer olarak ev kavramına yüklenen olumlu anlam ile herşeyden önce dört duvar ve bir çatının insana sağladığı güvenlik hissi açıkça ifade edilmiştir. Psikolojik olarak anlamlı ev algılaması, bu kadınların yaşadığı barınma hikayelerinde ortaya çıkmaktadır – özellikle de bir evin güvenliği. …
Ne var ki, evsiz kadınlara dönecek olursak, verdikleri cevaplar ‘ev’, ‘yuva’ ve ‘ideal ev’ kavramları arasındaki farkın o kadar da açık olmadığını gösterir. 12 evsiz kadından sadece 3’ü tereddütsüz olarak ev ile yuva arasında bir fark ifade edebildi. Geri kalan 9’u ise, cevap verirken büyük zorluk yaşadı. Güvenli bir eve sahip kadınların aksine, evsiz kadınlar çoğu soruyu anlarken zorluk çekerek “Ne demek istiyorsunuz?”, “Kalacak bir yer mi?”, “Arada bir fark mı var?”, veya “Hmm … Bilmiyorum … Çocukların gittiği yuvayı mı kastediyorsunuz?” şeklinde sorular sordular. Sorunun kendisini anlamamış gibiydiler, ki soruyu cevaplamak daha da zordu. Arada bir fark olduğunu söyleyen üç kadının cevapları aşağıdaki gibidir (kadınlara takma isimler verilmiştir):
Güvenli bir evleri olan kadınlar için, ev, tarafsız bir bağımsızlık ile tanımlanırken yuva ise, mekanın içinde yaşanan sosyal ilişkiler ile tanımlanmıştır. Evsiz kadınlar için, ev bir başkasının evidir ve başkaları da sizinle yaşar (bağımlılık vardır), yuva ise yalnız kalabildiğiniz size ait bir mekandır (bağımsızsınızdır). ‘Güzel bir yer’ tabiri dışında, ‘sıcaklık’ ve ‘aidiyet’ gibi tanımlamalar, evsiz kadınların hiçbiri tarafından dile getirilmemiştir.
Beklenebileceği gibi ve halihazırdaki kuramlara da uygun olarak, araştırmada, evsiz bir kadının barınma deneyimi (kötüye kullanma ve yer değiştirme) ile ‘yuva’ kavramını tanımlaması arasındaki ilişki açıkça ifade bulmuştur. Öte yandan, evleri olan kadınların yuva tanımlaması, varolan barınma deneyimlerinin yansımasıyken evsiz kadınların yuva tanımlamaları karşılanmamış barınma ihtiyaçlarının birer yansıması durumundadır. Evi olan kadınların zaten sahip olduklarını varsaydıkları güvenli ev kavramı, evsiz kadınların ne barınma tarihlerinde yer alan ne de ev ya da yuva tanımlarında bulunan bir başarıdır. … Evsiz kadınlar için kimlikle ilişkili ‘yuva’ kaygıları güvenli bir yerin fiziksel gerekliliklerinden çok da kolay ayırılamamaktadır. Dokuz evsiz kadının ev ve yuva kavramlarını birbirlerinden hiçbir şekilde ayıramamaları, ‘barınak’ (güvenli bir yer) ve ‘yuva’ (psikolojik olarak anlamlı) arasındaki ilişkinin de tamamen koptuğu anlamına gelir. Son olarak, evsiz kadınlar kendilerini evsiz olarak algılamamaktadır. On iki kadının hiçbiri evsiz olarak adlandırılmayı kabul etmemişlerdir. Kendi deyişleriyle biryerlerde yaşadıklarına göre evsiz değildirler. Böylece evleri olan kadınların tanımlamasıyla ‘evli’ değilken kendi tanımlarına göre de ‘evsiz’ değildirler.
Referanslar
Kaynak: Tomas ve Dittmar, 1995, s. 497–8, 503–5.
Tartışma
Evsizler üzerine yapılmış olan bu dört özlü araştırma örneği, sosyal araştırmanın ne kadar çeşitli olabileceğini göstermektedir. Aynı zamanda araştırma tekniği seçerken ne kadar dikkatli olmak gerektiği de ortaya çıkmıştır. Bazı sosyal araştırmacılar, nesnel olmak adına ya da olaya bir bütün olarak bakabilmek için, araştırdıkları nesne ile mesafelerini korumaya çalışırlar. Yine de, bu kültürel değerlerin ve hatta ahlaki yargıların araştırma sürecine önemli şekillerde karışmasına engel olmaz. Konutlandırma/barınma veya yoksulluk gibi konularda yapılan politika üretme amaçlı çalışmaların büyük bir çoğunluğu doğasında siyasidir. Örneğin, A okuma parçasında Peter Saunders, konut/barınma ihtiyaçlarını gidermek için serbest piyasa işleyişi üzerine sav geliştirmiştir. Sorunun bu yorumu ve çözüm önerisi, ‘neo-liberal’ siyasi ve sosyal değerler üzerine kurulmuştur, ki bu yaklaşıma göre kişisel özgürlük sorunsuz işleyen bir piyasa ekonomisinin temel bir parçasıdır. Bu yaklaşıma göre, insanlar kendi çıkarları doğrultusunda hareket edebilir ve etmelidirler. Nitekim, her birey kendi hallerine bırakılırsa sonuç herkes için en doğrusu olacaktır. Saunders özellikle tüm belediye kiracılarına ipotekli konut kredisi ya da uzun vadeli kredi almalarını ve özel konut piyasasına girmelerini tavsiye etmektedir. ‘Neo-liberal’ yaklaşıma göre, ‘evsizlik’ ve ‘yoksulluk’ sosyal problemler olmaktan ziyade kişisel sorunlardır ve dolayısıyla devletin sorumluluğu altında değildir. Saunders’a göre, devletin müdahalesi konut piyasasını bulandırır ve elverişsiz devlet konut projelerinin geliştirilmesi gibi tatmin edici olmayan şekillerde sonuçlanır. Bu bakış açısını Jean Conway'in Londra’da yaşanan evsizlik sorunu hakkındaki araştırması ile karşılaştırırsak (C okuma parçası), devletin konutlandırma politikalarındaki rolü ile ilgili çok farklı bir yaklaşım ile karşı karşıya kaldığımızı görürüz. Conway’e göre, ‘evsizlik’ kişisel bir hayat tarzı seçimi değil, sosyal bir sorundur. Bu yaklaşım, yetki sahibi bir devletin sosyal politikalar geliştirmesi ihtiyacını vurgular. Yani bu örnek okumalar, kişisel seçimler ile kamusal sorumluluklar arasındaki sınırlara dair çok farklı görüşler ortaya koymaktadır. Bu durum her bir araştırmada farklı uygulamalar yapılması sonucunu da beraberinde getirir.
Başka sosyal araştırmacılar ise, çalıştıkları kişiler ile çok daha içli dışlı olurlar ve evsizlerin günlük deneyimleri üzerine kişisel ve berrak bir tarif vererek durumlarının onlar için ne ifade ettiğini anlamaya çalışırlar. Bu değişik yaklaşımlar birbirini dışlayan seçenekler olmak zorunda değildir ve bazı sosyal araştırmacılar çeşitli araştırma stratejilerini birleştirmenin olanaklı olduğunu keşfetmişlerdir. D okuma parçasında, Annabel Tomas’ın yaptığı deneysel araştırma, evsizlik üzerine yapılmış araştırmalara cinsiyet odaklı bir yaklaşım getirmiş, evin ve evsizliğin evsiz kadınlar için ne ifade ettiğini anlamaya çalışmıştır. Aslına bakılırsa, varolan araştırmaların çoğu evsiz erkekler üzerinedir ya da evsiz erkeklerin deneyimlerini genellemektedir ve böylece evsiz kadınlar görünmez kalmıştır. Evsiz bir kadının fotoğrafla anlatımı (B okuma parçası) yakından ve kişisel bir tasvir olarak görünse de, belge araştırmacısının bu tasvir üzerindeki kontrolünü de araştırmamız gerekir. Resim, bir hikayeyi anlatmak için tasarlanmış olduğundan, resimdeki evsiz kadının gerçekte yaşadığı deneyimleri göstermekten ziyade, araştırmacının önyargılarını ve varsayımlarını yansıtıyor da olabilir. Sosyal bilimler bilgisi, araştırmacıların değerleri ve amaçları ile şekillenir ve seçilen araştırma yöntemleri de bunu yansıtabilir.