Geri: 4.1 Durumsallaştırılmış bir uygulama

4 Sosyal bilimleri günlük hayat ile ilişkilendirmek
4.2 Bir yabancının bakış açısı

Günlük deneyimler ile sosyal bilimler araştırmaları arasında bağ kurma yollarından birisi, filozof ve sosyolog Alfred Schütz’ün (1899–1959) önerdiği yaklaşımdır. 1930’ların sonlarında Avusturya’dan Amerika’ya göç eden Schütz, kendisini yeni ülkesindeki şartlara ve kültüre uyum sağlamakta zorlanırken buldu. Tanıdık bir ortamdan ayrı olmanın ve kültürel farklılıklarla baş etme zorunluluğunun getirdiği bu kişisel deneyim, sosyal hayatı nasıl anladığımız ve algıladığımız ve anladıklarımızı başkalarına nasıl ilettiğimiz konusunda Schütz’ü hassaslaştırdı. Schütz’e göre, hem sosyal bilimlerde, hem de günlük hayatta zihinsel kurgular ya da ‘örnekler’ kullanarak etrafımızdaki insanların nasıl davranacağına dair tahminler yürütürüz. Başkalarının davranış ve güdülerini, kafamızda kalıplara sokarak bir durum ya da hareket üzerine düşünürken öngörülebilir şablonlar yaratırız.

Sosyal bilimlerde, aynı zamanda, deneysel verileri anlamlandırabilmek için örnekler (modeller) de kullanırız ancak bu örneklerin önceden sağduyumuzla biriktirdiğimiz bilgi birikiminin bir parçası olduğunu reddeder ve bunlara nesnel bilgilermiş gibi davranırız (sanki bunlar bizim hayal ettiğimiz şekilde olmuşlar gibi). Schütz, ‘yeterlilik önermesi’ni takip etmemizi tavsiye etmiştir, yani fikirler yaşanan tecrübeyi bilimsel bilgi ile bağlantılamalıdır. ‘İnsan eyleminin bilimsel modeli’ içindeki her kavram ya da fikrin yeterli sayılabilmesi için günlük hayatın içinde hiç sorgulanmadan kabul edilen varsayımlar açısından anlaşılır olması gerekir. Klişeler, verilerin düzenlenmesinde faydalıdır ancak gerçek şeylermiş gibi görülürlerse bu tehlikelidir. Bilimsel bir önerme, günlük deneyimleri açıklayabildiğinde ve ilişkileri çalışılan kişiler tarafından da anlaşılabildiğinde yeterli sayılır (Schütz, 1953, s. 34). Örnek olarak, Schütz bu tarz bir sosyal analizin çevremizdeki olay ve ilişkilere nasıl ışık tutabileceğini gösterir. Bize bir şehrin çevresini analiz nesnemiz olarak hayal etmemizi söyler ve bu şehir hayatı ile ilgili üç görüş noktası belirlememizi ister. Modeller, tek taraflı abartılar ya da basit kavramsal araçlardır (klişeler gibi) ve deneyimlerimizi birbirleriyle karşılaştırmamıza yararlar.

Bu üç ‘tipleme’ (model), günlük dil ile bilimsel çalışmaların terminolojisi arasındaki bağlantıyı anlamamızda bize yardımcı olur. ‘Yabancılar’ özel bir bakış açısına sahiptir ve günlük hayatta yer alırlar ancak mesafelerini de belli ölçüde koruyabilirler. Nitekim, Schütz, New York’ta yaşayan bir Avusturya’lı göçmen (yani yabancı) olarak, kendi sağduyusundan kaynaklanan deneyimlerinden yola çıkmaktaydı. Öyle ki, şehir hakkında hayatta kalabilecek kadar bilgi sahibi olabilmiş ama şehrin yerlisi haline gelememişti (Schütz, 1944). Sokaktaki insan, durum hakkında ‘iyi kötü bir bilgi sahibi’dir ve önceden işine yaramış olan belirsiz kuralları takip eder. Sosyal bilimci ise, şehir yaşamının konut dağılımı, trafik akışı, nüfus hareketleri ya da kanalizasyon sistemleri gibi belli bir kısmı hakkında uzman bilgi sahibidir. Sosyal araştırma yaparken karşılaşacağınız sorunlardan biri, sosyal bilimcilerin ilgilendiği süreçlere, ilişkilere ve kurumlara dahil mi olacaksınız yoksa araya mesafe mi koyacaksınız karar vermektir.

Örneğin, bilgisayarda benzeşim (simülasyon) programları kullanarak geliştirilen iktisadi modellerle çalışan ekonomistler (yani aslında ekonometristler) gerçekte çıkıp da toplumun her bir ferdinin satın alma kararlarını bulmaya çalışmazlar. Bunun yerine, bir noktada tüketiciler, üreticiler ve hükümet yetkilileri ile görüşerek toplanmış hazır istatistiki bilgileri kullanırlar. Ekonometrinin amacı, ekonomiyi geniş bir bakış açısı ile algılamak ve süregelen durum devam ederse ya da bazı ilişkiler değişirse neler olacağını tahmin etmektir. Başka sosyal bilimler uygulamalarında olduğu gibi, bu tarz modellerin de hem faydaları hem de sınırları bulunmaktadır. Ekonometri modelleri, iktisadi hareketlerin genel şablonlarını belirlemek için kullanılır ve günün sonunda, hükümetlerin ekonomi politikası üretirken ihtiyacı olan da budur. Yine de, gerçek piyasalarda insanların karmaşık şekillerde hareket etmesi öngörülebilirliği azaltır.

Çalışma konusu yaptığınız insanlardan ve sosyal ilişkilerden mesafenizi fazlasıyla koruduğunuzda olduğu gibi, analiz nesnelerinizle çok içli dışlı olduğunuzda da araştırmanızın amaç ve hedeflerinden uzaklaşabilirsiniz. Böyle durumlarda, araştırmacı insanların sorgulanmadan kabullenilmiş varsayımlarından kendini ayrıştırmadığında, araştırma, gerçekte neler olduğuna dair doğru bilgi vermeyebilir. Bu, sadece seçilen araştırma tekniğinin sonucu olmaz. Bir ekonometri tahmini bile bir şekilde tarafsız olup yine de bir takım kültürel değerlerin getirdiği kabullenilmiş varsayımların etkisinde kalmış olabilir. Netice itibariyle, bir sosyal bilimci olarak, insanların hayatlarını araştırma konusundaki tavrınız, araştırma yöntemi seçiminiz kadar önemlidir.

Sosyal bilimler araştırmaları, ‘yabancı’ bakış açısını kullanarak, tarafsız ve çoğunlukla anlaması güç bilimsel terminoloji ile günlük hayatta kullanılan pratik bilgilerin arasına köprü kurabilir. Böylece çalışılan günlük deneyimler ile bunların sosyal bilimler tarafından yorumlanışı arasında bir köprü kurulmuş olur. ‘Yabancı’, günlük hayatın deneyimlerinin ötesine geçer ancak çalışılan insanlarla iletişimi kaybedecek kadar da mesafeli değildir. Bu sayede, Schütz’e göre, daha geniş bir kitle, sosyal bilimler araştırmalarını kullanabilir ve hep aynı topluluğa derdini anlatmak zorunda kalmaz. Bilimsel uygulamayı günlük hayata bağlamak, özellikle de bu sebeple önemli bir kaygıdır. Yukarıda anlattığımız üç tiplemeyi kullanarak (sokaktaki insan, haritacı ve yabancı) ve bizden yabancı olmamızı isteyerek, Schütz aslında karmaşık fikirleri daha geniş bir kitleye duyurmak için bir teknik geliştirmeyi önermektedir. Tiplemeler, günlük dilde hemen göze çarpar ve Schütz'ün yaklaşımı bundan faydalanarak sosyal bilimler bilgisini anlamlandırma yolunda bir köprü kurmaktadır (Schütz, 1943, 1946, 1953).

Etkinlik 2
Aşağıdaki resimleri karşılaştırarak size anlattıkları durumlar üzerine notlar alın.

Şekil 3 Kalabalıkta bir yabancı.


Şekil 4 Karmaşıklık ve ayrışma.

Londra metro haritası (işlevi açısından) son derece kapsamlı ve oldukça doğru tasarlanmıştır ve bu hattı kullananlar ile sosyal bilimciler için de anlamlıdır. ‘Metro haritası’nı görmek için aşağıdaki linke tıklayınız.
Metro Haritası

Tartışma

Bu resimlere bakıp bunları birbirleriyle karşılaştırma şansını elde ettiğinize göre, şimdi de bazı noktalar üzerinde düşünmenizde fayda var. Şekil 3’te, resmin ortasındaki ‘yabancı’, neler olup bittiğini anlayabilmek için yaşadığı deneyimden kendini uzak tutmak ve bu süreçte daha mesafeli bir bakış açısı sergilemek zorundadır. Şekil 4, Schütz'ün kriterlerine göre, fazlasıyla karmaşık ve mesafeli olduğundan gösterilen alanda yolculuk etmenin ne demek olduğunu anlamamız güçtür. Resim, ulaşım akışı üzerine mesafeli bir hikaye anlatarak teknik olarak doğru da olsa, o sürece dahil olan insanların yaşadıkları üzerine bir fikir vermemektedir. Ayrıca, resmi yorumlamak sosyal bilimlerin bir alanında eğitilmiş kişi için zordur. Londra metrosu haritası ise, günlük hayat ile sosyal bilimler arasındaki uçurumu nasıl azaltabileceğimize dair iyi bir örnektir. Bilgiyi anlaşılır şekilde yansıtma gücü sebebiyle metro haritası iyi bir sosyal bilimler uygulaması modeli oluşturmuştur.

Etkinlik 2’deki bu üç örnek ile Schütz’ün tanımladığı üç tiplemeyi karşılaştırın. Şimdi Etkinlik 1’e dönüp konutlandırma ve evsizlik üzerine yapılmış dört araştırmayı yeniden değerlendirin. Etkinlik 1’deki herhangi bir okuma günlük hayat ile sosyal bilimler bilgisi arasında bir bağlantı kurmaya çalışıyor mu?

Bu örnekler, zaten ikna olmuş dar bir sosyal bilimci kitlesinin ötesinde, daha çok insana ulaşabilmenin önemine dikkatimizi çekmektedir. Bir yandan da, etkili bir sosyal bilimler, insanların kafasını karıştırmadan da karmaşık ilişkileri açığa çıkarabilir ve ne yapılması gerektiğine dair anlamlı önerilerde bulunabilir. Londra tüneli haritası çoğu zaman bir tasarım harikası olarak değerlendirilir çünkü kolayca anlaşılabilir şekilde pek çok bilgi verir. Sosyal bilimciler kendi araştırmalarını tasarlarken ve verilerini sunarken aynı amacı gütmelidirler.

‘Tarafsızlık’ ve ‘nesnellik’ gibi niteliklerin, sosyal bilimlerin pek çok alanında tercih ediliyor olması, sosyal bilimlerle ilgili bir başka önemli soruyu beraberinde getirir. Neden sosyal analiz nesnelerini çalışırken bilim etiketini kullanmak bu kadar arzu edilir? Bu sorunun cevabı kısmen sosyal araştırmacıların bilimsel olarak algılandıklarında kazandıkları meşruluktur. Aydınlanma devrinin bir mirası olarak, 18. yüzyıldan bu yana, insan aklının gücüne inanılmış ve bilim, genellikle, gerçeklik ve ilerleme ile ilişkilendirilmiştir. Kendilerini inandırıcı bir biçimde bilimsel olarak gösterebilen araştırma kurumları, devletten araştırmaları için ödenek alabilmektelerdir. Sosyal Bilimler Araştırma Kurulu’nun adı Keith Joseph (birinci Thatcher hükümetinin eski Eğitim bakanı) tarafından Ekonomik ve Sosyal Araştırma Kurulu olarak değiştirilmiş ve bu, kuruma verilen ödeneğin azalmasını da beraberinde getirmiştir. Bilim bir isimden fazlasıdır çünkü kesin bir bilgi çağrıştırır. Bir önermeyi bilimsel olarak nitelemek ‘gerçek’ olduğuna ya da en azından ‘gerçekliğe’ olabildiğince yakın olduğu anlamına gelir. Bu algının nasıl yerleştiğini anlamak için, tarihte bilimsel fikirlerin nasıl geliştiğini, bu fikirlerin sosyal hayatın ve insanlar arasındaki ilişkilerin çalışılmasına nasıl uygulandığını ve bilimsel bilginin niteliklerini incelemek gerekir.

İleri: 4.3 Özet