Geri: 3.1 Durumları kuramsallaştırmak

3 Sosyal bilim yapmak ne demektir?
3.2 Bilginin durumsal olması ne demektir?

Bilimsel bilgi, çoğunlukla, evrensel doğru olarak gösterilmiştir. Eğer bu yaklaşım geçerliyse, doğru asla değişmeyeceğine göre temel anlaşmazlıkların hiç yaşanmaması gerekirdi. Ancak geçmişte bilimsel olarak kabul edilen, bugün çoğunlukla eski ya da sadece garip olarak görülmektedir. Aksi bir yaklaşım, doğrunun değişken olduğudur yani tek bir görüş diğerinden daha üstün değildir. Sonuçta, her iki yaklaşım da fazla basittir. Bilimi günümüzde savunanlar, onun geliştiğini ve geçmişte yapılan yanlış yorumlamalar ve hataların, o zamanlar ‘kötü bilim’ yapılmasından ortaya çıktığını söylerler.

Bu bölümde kullanılan yaklaşıma göre, bilimin zaman içinde ve kültürden kültüre değiştiğini kabul etmemiz önemlidir. Kullandığımız yaklaşım, belli toplumlarda belli zamanlarda neden bir bilim anlayışının kabul gördüğünü anlamlandırmaya çalışmaktadır. Örneğin, bugüne kadar alternatif tıp tedavileri kullanmış olabilirsiniz. Bu tarz tedavilerden biri olan Çin tıbbı, vücut ve akıl arasındaki bütüncül ilişki üzerine bir takım varsayımlarda bulunur. Bu yaklaşım, Batı tıbbının fiziksel hastalıkları akli durumlardan tamamen ayrı düşünen mekanik yaklaşımına taban tabana zıttır. Bu demek değildir ki, neyi bilimsel kabul ettiğimiz heves ya da moda ile belirlenir. Bunun yerine bilimsel bir yöntemi neyin makul ya da öncelikli yaptığını anlamamız gerekir. Batı’nın tıp bilimi, akıl ve vücudun farklı şeyler olduğu ve vücudun dokular, hücreler, kemikler, sıvılar vb. den oluşan karmaşık bir makine olduğu varsayımı üzerine kurulmuştur. Bu görüşe göre, hastalık, uygun tedavi ile halledilebilecek bir mekanik bozukluktan ibarettir. Vücudu mekanik gören bu görüşün aksine, Çin tıbbı, akıl ve vücudun yakından bağlantılı olduğu varsayımından yola çıkar. Bu durumda tedavi sadece duygusal ve akli durumların anlaşılmasıyla değil, vücudun kendini onarması ile mümkündür. Hem mekanik hem de bütüncül tıbbın uygulayıcıları kendi bilgi sistemlerinin bilimsel olduğunu düşünürler ve hem Batı’daki hem de Çin’deki bu iddialar, kendi kültürel konumları açısından akla yatkındırlar.

Bilimi durumsallaştırmak, konumunu saptamakla olur. Bilimsel yöntemin içindeki gelenekleri konumlandırarak güncel yaklaşımları daha iyi algılayabiliriz. Aynı zamanda kendi araştırmamız için hangi varsayım ve yöntemlerin daha uygun olduğunu anlayarak bilinçli yargılarda bulunabiliriz. Bilginin herhangi bir zaman ve mekanda nasıl üretilip aktarıldığını anlamak için bilimsel bilginin konumlanma şekillerini düşünmek gerekir. Bilim, bir sosyal uygulama olarak iki şekilde durumsallaştırılır:

Bilimsel yöntemin evrensel kurallarını bulma arayışında, bilginin üretildiği bağlam, yani bilim tarihinin bir özelliği genelde gözden kaçırılır. Bu, bilimsel bilgi üzerinde hiç kontrolümüz olmadığı anlamına gelmez çünkü bir insan ürünü olarak sosyal bilimlerin içeriği ve yapısı, sosyal bilimcilerin varsayım ve yöntemlerinin bir sonucudur ve buna göre değişimlere uğrar.

Bu ünite, hem doğa bilimlerine hem de sosyal bilimlere yaklaşımları inceler. Bu durum, sosyal bilimcilerin doğa bilimleri felsefesinden ne ölçüde etkilenip onu kendi yaptıkları işlerde kullandıklarına işaret eder. Ayrıca dikkatinizi neyin bilimsel bilgi oluşturup neyin oluşturmadığına dair ölçütlere de çekmek istiyoruz. Tüm sosyal bilimler bilgi çeşitleri, kurumsal çevrelerde yaşanan insani uygulamalara dayanır.

Bu ölçütlerin tümü, insani uygulamalara ve doğa bilimleri ile sosyal bilimlerin oluştuğu hem akademik hem de ticari kurumsal çevrelerden kaynaklanır. Sosyal bilimlerin gelişim gösterdiği kültürel varsayımları tanımlayarak toplum üzerinde yarattığı etkiyi de anlamak mümkündür. İlaveten, araştırmanın yapılma şekli konusunda hassas davranarak genelde sosyal bilimler araştırmalarında söylenmeyen varsayım ve değerleri de keşfedebiliriz. Her araştırmacı, A ve C okuma parçalarında Saunders ve Conway’in yaptığı gibi, araştırmalarını yönlendiren değerleri açıkça ortaya koymaz. Bilim adamları, çoğunlukla, günlük deneyimlere mesafeli ve ayrışmış bir duruş sergilemeye çalışırken, bu duruşlarını da sonuna kadar savunurlar. Sosyal bilimlerde nesnel olma isteği, araştırmacı ile çalışılan nesne arasında (bu durumda, insanlar ve birbirleriyle ilişkileri üzerine) bir mesafe yaratır. Bu mesafe, araştırmacının zihinsel kurgusunun çalışılan nesneye dayatılmasına yol açabilir. Sonuç, insanların kurumsal çevreleri içindeki karmaşık varoluşlarının anlaşılmasından uzaktır.

Nesnel Bilgi nesneldir dediğimiz zaman bilginin durumu ile ilgili kendimizden emin bir iddiada bulunmuş oluruz. Gerçekte, nesnellik, bilim ve sosyal bilim felsefelerinde tartışmalı bir kavram olup gerçeklik belirtme ve bir hikayeye meşruluk kazandırma amacı güder. Yani nesnellik, genelgeçer bilginin bir işaretidir.

Sosyal bilimlerdeki tüm modeller, sosyal hayatı anlaşılır kılabilmek için onu basitleştirirken, tek taraflı ve önyargılı bir anlatım yapma riski taşımaktadır. Özellikle de bu, çalışılan kişilerin deneyimleri çarpıtıldığında veya gözardı edildiğinde sorun olmaktadır. Nesnel bilgi edinmeye her çalıştığımızda üstü kapalı bir tehlike bulunmaktadır. Bir zaman diliminde, bir grup araştırmacıya bariz gözüken, genellikle olgusal bir gerçek olarak kabul edilir. Nitekim, nesnel gerçek olarak düşündüklerimiz öyle sık ve öyle çok değişmiştir ki, bu tip iddiaların hepsine şüpheyle yaklaşmak yerinde olacaktır. Örneğin, sosyal bilimler çalışmalarında, kadınların deneyimlerinin nasıl çalışıldığına bakarsak, genellikle kadınların kaygılarının erkeklerin kadınların toplum içindeki rollerine dair algıları ile tanımlandığını görürüz. Bu sebeple, mesela, sosyal hareketlilik ve eğitim seviyesi çalışmalarında kadınların sınıfsal durumları babalarının ya da kocalarının iş durumlarına göre tanımlanmıştır. Kadınların oy verme davranışları ile ilgili çoğunlukla kabul gören kuramlar ise, kadınların gelenekselci ve inançlı olduklarına dair varsayımlarla dolu olduğundan kadınların erkeklerden daha muhafazakar oy verdiği sonucuna varmaktadır. Sosyal bilimciler, sosyal hayatın karmaşıklığını onu daha anlaşılır kılabilmek için basitleştirmeye çalışırlar ama bu aynı zamanda sosyal bilimler ile ilgili önyargılı ya da yanlış bilgilendirilmiş yargılarda bulunmaları anlamına da gelebilir. Aynı şekilde, 1960’larda ve 70’lerde ‘ırk’ ve etnisite gibi kavramlar üzerine yapılan tartışmalar, büyük ölçüde analiz nesnesi olarak çalışılan bu kültürel gruplara ait olmayan kişiler tarafından yapılmaktaydı. Bu şekilde, sosyal bilimlerde üstünkörü oluşturulan kalıpların süregelmesine çoğunlukla göz yumuldu. Siyahi kimlikler, çoğunlukla, beyaz budunmerkezli (ethno-centric) sosyal bilimler kavram ve terimleri kullanılarak çalışılırlar. Budunmerkezli bilgi sorunu, kültürel konumumuzun fikirlerimizi nasıl şekillendirdiğini farketmememizle ilgilidir.

Açıkça ifade edilmemiş bilgi olarak, budunmerkezliliği tanımlamak güçtür. Bu durum, genel ‘siyah’, ‘beyaz’ ve ‘Asyalı’ gibi şemsiye etiketlerin, sosyal bilimlerin pek çok alanında olgusal bir durum kazanmasına yol açmıştır. Ne yazık ki, bu tarz etiketleri, isim yerine sıfat olarak kullanmamız tehlikesi vardır. Bir grup insanı ‘siyahlar’ ya da ‘Asyalılar’ olarak tanımlayınca, o insanların kimliklerini nesnel bir kategorinin dışavurumu olarak sabitler ve kültürel farklılıkları görmezden geliriz. Sosyal kimlikleri tanımlarken, sosyal bilimciler genellikle önyargılarını nesnel sınıflandırmalar haline getirmişlerdir.

Kendinize hep sormanız gereken sorulardan biri, çalışacağınız kavramların ve analiz nesnelerinin seçiminin hangi değerlere dayandığıdır. Değerler, araştırmacılar saklamaya da çalışsa, sosyal dünyanın araştırılmasının önemli bir parçasıdır. Bir sonraki bölümde izleyeceğimiz yaklaşım, bilginin kültürel konumlandırılmasını kabullenir ve en iyi şekilde değerlendirir. Amacımız, çevremizde olup biten olayların günlük deneyimleri ile uzmanların mesafeli bilimsel bilgisi arasında bir anlam köprüsü kurmaktır. Bu yaklaşım sayesinde, çalışma konumuz olan insanlara ve onların kendi etkinliklerini nasıl anlamlandırdığına yaklaşacağız. Ama aynı zamanda günlük hayatın düşünce ürünü olmayan alışkanlıklarına da eleştirel bir mesafeyi koruyabileceğiz.
İleri: 3.3 Özet