http://ocw.mit.edu
8.02 Elektrik ve Manyetizma, Bahar 2002
Lütfen aşağıdaki alıntı
biçimini kullanınız:
Lewin, Walter, 8.02 Elektrik ve Manyetizma, Bahar 2002 (Massachusetts
Institute of Technology: MIT OpenCourseWare). http://ocw.mit.edu (accessed
MM DD, YYYY). License: Creative Commons Attribution-Noncommercial-Share Alike.
Not: Alıntılarınızda lütfen bu materyalin gerçek tarihini
kullanınız.
Bu materyalin alıntı olarak gösterilmesi veya kullanım koşullarımız
hakkında daha fazla bilgi için, http://ocw.mit.edu/terms web
sitesini ziyaret ediniz.
Transkripti indirmek için - PDF
Bugün
size MIT’deki ilk günlerimde yaptığım bazı araştırmalardan söz etmek istiyorum.
Bu uzun zaman önceydi.
Doktoramı
Hollanda’da nükleer fizik üzerine yaptım ve 1966’da MIT’ye geldim.
Burada
sadece bir yıl kalmam düşünülüyordu. Bir yıllık doktora-sonrası pozisyonum
vardı. Fakat onu öyle çok sevdim ki, asla ayrılamadım.
Çalışma
alanımı değiştirdim.
Burada,
MIT’de, Profesör Bruni Rossi’nin araştırma grubuna katıldım. Nükleer fizikten
X-ışını astronomisine geçtim.
X-ışını
astronomisi zaten kendisini açıklıyor. X-ışınlarıyla astronomi yapmaya
çalışıyorsunuz.
Yerde
hiç x-ışını göremezsiniz; çünkü dünyanın atmosferi onları tamamıyla soğurur.
Yerde
yapabileceğiniz optik astronomi ve radyo astronominin aksine, atmosferin dışına
gitmelisiniz.
X-
ışınları sözcüğünü kullandığımda, dişçinizin medikal amaçlı kullanıyor olduğu,
yaklaşık 1 – 50 kilo elektronvolt olan x- ışınlarını düşünüyorum.
Ve
hepiniz 8.02 dersini aldığınız için, bir kilo elektron-voltun ne olduğunu artık
biliyor olmalısınız.
Optiksel
ışık 2 elektronvolt’tur; oradaki x- ışınları optiksel ışıktan çok daha enerjilidir.
İkinci
Dünya Savaşı esnasında Hitler Almanya’sında Peenemunde’de Werner von Braun
yıkıcı roketler geliştirmişti.
Onlar
müttefikleri yok etmek için kullanılmıştı. Sizi ve beni yok etmek için.
Ve
savaştan sonra, 1948’lerde, Amerikalılar bu roketleri bilim yapmak için
kullandılar.
Onlar
Werner von Braun’u da bu ülkeye aldılar ve benim anlamadığım nedenlerden dolayı,
o bir kahraman oldu.
Güneş
sisteminden gelen x- ışınlarını gözlemeyi denediler.
Ve
gerçekten güneşin x- ışınları yaydığını buldular. Güneş çok yakındır.
Dolayısıyla,
bunun bir sürpriz olmadığını söyleyebilirsiniz.
Fakat
bu gerçekten alışılmışın çok dışındadır. Çünkü x- ışını oluşturmak için aşırı
yüksek sıcaklıklara ihtiyaç vardır; güneşte bu sıcaklığın var olduğunu düşünmemiştik.
Güneşin
x-ışınlarında ortaya çıkardığı gücü alırsanız -- bu joule bölü saniyedir -- ve bunu güneşin optik
ve kızıl-altı ışınlarındaki güçe bölersiniz; bu imge güneşi belirtir; bu oran
yaklaşık 10 üzeri – 7’dir.
Böylece,
güneşin büyük ölçüde optik ve kızıl-altı ışınlar yaydığını; x-ışınlarının miktarının ise önemsiz bir yan
ürün olduğu sonucuna varırsınız.
Ama
sırf kendisi ilginçtir.
1962’de
burada, Cambridge, Massachusetts’de, aralarında Bruno Rossi, Riccardo Giacconi
ve Herb Gursky’nin de olduğu birkaç bilim adamı güneş sistemimizin dışındaki
yıldızlardan gelen x- ışınlarını gözlemek için bir girişimde bulundular.
Şans
büyük ölçüde onlara karşıydı. Detektörler yeterince duyarlı değildi.
Güneşi
alır da, diyelim ki 10 ışık yılı uzaklıktaki yıldızların yakınına götürürseniz;
o zaman güneş gibi bir cisimden x- ışınlarını saptama için hiç umudunuz olmaz.
Aslında
detektörler, milyarda bir çarpana karşı aşırı duyarsızdılar.
Gene
de denediler ve başarılı oldular.
Onlar,
herkesin şaşkınlığı ve sevinci arasında, gerçekten güneş sisteminin dışında, en
azından, bir nesneden gelen x- ışınlarını buldular.
Daha
sonra bu nesne SCO X-1 diye adlandırıldı.
SCO,
gökyüzündeki Scorpio takımyıldızını, X,
x-ışınlarını ve 1 de, bu takımyıldızında gözlenen ilk kaynağı işaret etmektedir.
Biliyoruz
ki, bu nesne soluk mavi bir yıldızdır.
SCO
X-1 nesnesi hakkında son derece özel olan şey şudur: X-ışınının optik güce
oranını alırsanız, oran yaklaşık 10 üzeri 3 olur.
Bunu
güneşteki oranla karşılaştırın.
O sıralarda
ne olduğu hakkında bir ipucuna sahip olmadığımız bu nesne, başlıca x- ışınları
yayar; optik ışık yayını bir yan üründür.
Oysaki
bu, güneşte tersidir.
Ve
bu yüzden o günlerde yakıcı soru, bunun ne tür bir varlık olduğuydu.
O
tamamen farklı bir canavar olmalıydı. Güneşimizden çok farklı bir şey.
1966’da
MIT’ye geldiğim zaman, güneş sistemimizin dışında altı kaynak olduğu
biliniyordu. Ve onların hepsi roketlerle keşfedilmişlerdi.
O
günlerde roketler dünya atmosferi dışında yaklaşık beş dakika
geçirebiliyorlardı. Gökyüzünde çabucak
bir tarama yapmak durumundaydılar; bütün yaptıkları buydu.
Ve
ben, şu anda hâlâ MIT’de olan, George Clark’ın grubuna katılmıştım. O,
atmosferin en üstüne çok yakın yükseklikte uçan balonlardan x- ışını
astronomisi yapıyordu. Balonların avantajı, saatlerce, şansınız varsa,
bazen bir gün ya da daha uzun süre gökyüzünü gözleyebilmenizdi.
Fakat,
diğer taraftan, yukarıda sizin üzerinizde kalan daima çok az bir atmosfer
olduğu için -- çok az da olsa, hala birazcık vardır – dolayısıyla 20
kilo-elektronvolt’un altındaki X- ışınlarının neredeyse tümü soğurulur; onları
görme olanağınız yoktur.
Fakat
bu zararın bedeli olarak, kuşkusuz, saatlerce gökyüzüne bakabilmekteydik.
Son
yıllarda, artık kimse bu balon gözlemlerini yapmıyor.
Artık
roket gözlemleri de yok. Her şey, kuşkusuz, uydularla yapılıyor.
MIT’ye
geldiğimde, George Clark ile beraber, bu balon gözlemleri için yeni X- ışını detektörleri
geliştirmiştim.
Pek
çok yüksek lisans öğrencisi katılmıştı bu çalışmalara. Pek çok da lisans
öğrencisi.
Bir
teleskop yapmak yaklaşık iki yıl sürebilmekteydi.
Size
kaba bir fikir vermek için, 1966’daki dolar bazında, bir milyon dolara mal oluyordu
biri ve böyle bir teleskopun ağırlığı kabaca 1000 kilogram kadardı.
Bizi
bu yüksekliklere çıkaracak balonlar, o günlerde 100,000 dolara mal oluyordu. Ve
yaklaşık 80,000 dolarlık da helyum gerekliydi. Bununla ilgili bazı slaytlar göreceksiniz.
45 000
metre civarında yüksekliklere çıkmak zorundaydık.
Bunun
için devasa balonlarımız vardı. Bir tanesini göreceksiniz.
Onlar
200 metre civarında çaplara sahiptirler. Ve maddesi polietilendi.
Daha
yükseğe çıkabilsinler diye, onları hafif ağırlıkta son derece ince yapmak
gerekiyordu. Bu polietilenin kalınlığı
yaklaşık bir inchin binde birinin yarısı kadardı.
Polietilen
mutfakta kullandığınız streç filmden daha incedir. Sigara kâğıdından da
incedir. Bu balonları uçurmak çok riskli bir iştir.
Çalışmaları
konusunda elbette garantisi yoktur.
Paranızı
ödersiniz. Çalışırlarsa, ne âlâ.
Çalışmazlarsa,
bu sadece kötü şanstır.
Balonu
fırlattığınızda, başarısız olma tehlikesi vardı. Onlar çok kırılgandır.
Tam
fırlatılma anında hasar olabilirdi.
Fakat
onlar onu atmosferde yapsalar bile, çok soğuk bir yer olan yaklaşık 30 bin metredeki
troposfer boyunca gitmek zorundadırlar. Balonlar hassas olabilirler ve sonra
patlayabilirler.
Ve
elbette ki, bu, o zaman bu balon uçuşunun sonu olacaktı.
Ve
aynı zamanda Doktora tezinin de sonu olabilirdi.
Kuşkusuz,
tüm bu uçuşlar araştırmayla ve dolayısıyla Doktora çalışmasıyla bağlantılıydı ve
böylece balon fırlatmanın bu ilk aşamasında gerilim her zaman son derece
yüksekti. Bazen dayanılmazdı.
Bu
yüzden, şimdi size bu araştırma yolculuklarının nasıl olduğu hakkında iyi bir
fikir verecek, bazı slaytlar göstermek istiyorum.
Oh,
evet, klasik bir problem. Bu iyi, şimdi çalışıyor.
Pekâlâ,
böylece birinci slaytı alabilirsem,
burada o zaman öğrenci olan Jim ve Pat’i görüyorsunuz. Onların her ikisi
de şimdi doktoralı elemanlar ve çok sıkıcı bir iş olan orada çalışıyorlar;
elektronik parçaları bir araya getirmeye çalışıyorlar.
Bilimin
çok romantik bir şey olmadığını düşünebilirsiniz.
Fakat romantik olduğuna size garanti verebilirim.
Onlar
âşık olurlar. Evlenirler. Çocukları olur. Ve bu bir yaşam şeklidir.
Burada,
devasa balonların yapıldığı Texas’daki fabrikayı görüyorsunuz.
Balonlar,
bir mandalinanın dilimlerinin bir araya gelişi gibi, bir araya getirilirler.
Yüzeyde
balonun bu üçgen parçalarını görüyorsunuz.
Ve
balon yapmak için bu üçgenlerin yapıştırılması sadece kadınlar tarafından
yapılır.
Orada
sadece kadınların çalışmasına izin verilir. Bunun cinsiyet ayırımıyla hiç bir
ilgisi yok.. Sadece kadınların daha sabırlı çalıştığı bilindiğinden.
Onlar
işlerini daha iyi yaparlar. Erkeklerden çok daha az hata yaparlar.
Bu
bir yaşam tarzı.
Burada,
kutudan çıkan balonu görüyorsunuz. Plastik bir kılıfa özenle konmuştur.
Ve
burada çimenlerin üstünde bir bez örtü var; çünkü balon öyle incedir ki çimenlere
değerse kesinlikle zarar görebilir; o korkunç derecede incedir.
Bu
benim balonum değildi. Onun bir kusuru olduğunu anladığımızda çok üzülmüştük.
Buradaki
endişeyi görebilirsiniz. Onlar balonda bir delik olduğunu sandılar.
Ve
eğer balonda bir delik varsa, artık yapacak hiçbir şey yoktur.
Onu
yamalayamazsınız; çünkü delik hemen hemen daima bir çok katmandadır.
Burada
gördüğünüz, yüzlerce tabakanın üstüste getirildiği bir balondur.
Fakat
söylediğim gibi, bu benim balonum olmadığı için çok üzülmedim. Ancak elbette ki
meslektaşınızın balonunda bir arıza görmek de hiç hoş değildir.
Şimdi
sizi Avustralya’da bir çöl kasabası olan Alice Spring’e getirdim.
Avustralya’nın
tam kalbinde.
Ve
şimdi onun nasıl olduğu hakkında iyi bir fikir edineceksiniz.
Burada
fırlatma kamyonunu görüyorsunuz. Teleskop oradadır.
Ve
bu korkunç büyüklükteki balonu görüyorsunuz.
Şimdi
tamamen boştur ve bunun çoğu boş kalacak.
Bu,
şu parçayı tutan makara koludur. Ve burada helyum kamyonunu görüyorsunuz.
Ve
burada şişirme tüplerini görüyorsunuz.
Ve
her iki taraftan helyum vereceğiz. O zaman helyum giderek balonun bu tepe
bölümünü doldurmaya başlayacaktır.
Ve
burada makara kolunu ayrıntılı olarak görüyorsunuz.
Makara
kolu çok önemlidir; çünkü balonun bu bölümü dolduğunda o kalkmak ister,
havalanmak ister ve şüphesiz ki siz de onu aşağıda tutmak istersiniz,
kontrolünüz altında tutmak istersiniz. Ve böylece bu makara kolu ve bu araba
betonla yüklüdür.
O
çok ağırdır. Ve havalanmadan az önce bu makara kolu yönetici tarafından [füüft]
devrilir ve daha sonra göreceğiniz gibi, balon bunun karşılığını verecektir.
Ve
burada şişirmenin ilk anlarını görüyorsunuz. Helyum her iki taraftan gelir.
Balonları
neredeyse daima sabahın ilk saatlerinde uçururuz, çünkü o zaman rüzgâr çok
sakindir. Son derece güvenilir rüzgara ihtiyacınız vardır.
Yönünü
çok iyi bilmeye ihtiyacınız vardır.
Ve
rüzgârlar saatte üç veya dört milden daha hızlı olmamalıdır.
Eğer
onlar daha güçlü olurlarsa, balonu kaybedersiniz.
Burada,
daha önce bahsettiğim üçgen kumaşları görüyorsunuz.
Orada
güneş balonun arkasında.
Burada
şimdi baloncuk nerdeyse tamamen şişirilmiştir.
Burada
o hala devam ediyor. Şişirme devam ediyor.
Fakat
şişirmenin sonuna çok yaklaşmışız.
İşte
makara kolu, burada bu yöndedir. Ve 150 metre kadar aşağıda kamyonla beraber
yüktür.
Şimdi
havalanmaya çok yakınız. Hala Alice Springs’deyiz.
Bu
benim o zamanki Yüksek lisans öğrencim, Jeff McClintock’tur.
O
şimdi Dr.Mc Clintock’tur.
Burada
balonu takip etmemize yarayan radar reflektörlerini görüyorsunuz.
Burada
şişirme kamyonuna asılı teleskobu görüyorsunuz.
Burada
makara kolu. Bunun hepsi boş.
Ve
burada paraşütü görüyorsunuz.
Burada
paraşüt ile balonun altı arasında bir bağlantımız var.
Ve
bunu radyo komutuyla kontrol edebiliriz.
Teleskop
güvenle yere dönsün diye bunu ayırabiliriz.
En
azından kâğıt üzerindeki fikir bu.
Ve
böylece şimdi baloncuğun serbest kalışını görüyorsunuz.
Böylece
makara kolu yukarıda ve baloncuk şimdi havalanır.
Bu,
inanılmaz büyüleyici bir andır. Bu gerçekten heyecan verici bir andır.
Bu,
gerçekten heyecanlanacağınız ve yerinizde duramayacağınız bir andır.
Bu
balonun kolayca başarısız olabileceği andır.
Çok
hafif bir gaz olan helyum yukarı çıkar, tepeden yansır, tekrar geri itilir; bu
tuhaf mantar şeklini elde edersiniz; o fırtına gibi muazzam bir ses çıkarır.
Şimdi
düşünce, balonun gökyüzünde giderek yükseleceğidir.
Bütün
bu boş kısmı yukarı kaldıracaktır. Orası şişirilmiş değildir.
Balon
atmosferde yükseldikçe, atmosferik basınç düşecektir.
Ve
helyum genişleyecek ve balonu dolduracaktır.
Ve
şimdi kamyon için marifet, baloncuk dediğimizin altında manevra yapmak, onu
yönetmektir.
Dolayısıyla,
balon kamyona doğru gelsin diye, rüzgâr bu yönde olmalıdır.
Böylece
kamyon balonun tam altına getirilmeye çalışılır. Ve sonra yük burada serbest
bırakılır.
Burada
bu mantarın yakın çekimini görüyorsunuz.
Gerçekten,
yukarı giden helyumun yansımasını ve geri dönüşünü görebilirsiniz.
Bu
üçgen kumaşları da çok net bir şekilde görebilirsiniz. Bu çok sıkıcı bir iştir.
Bu
balonları oluşturmak üzere üçgenleri birleştiren kadınlar tarafından.
Daha
önce söylediğim gibi, helyum miktarı yaklaşık 80,000 dolardı.
Neredeyse
balonla aynı fiyatta. Ve işte o daha yukarı çıkıyor.
Alice
Spring kasabasındayız. Örtü düşüyor. Balon yukarı çıkıyor.
Motorun
zaten çalıştığını görüyorsunuz.
Kamyon
henüz hareket edemez; çünkü hareket etmeye başlarsa, balonun bu bölümü örtünün
üzerinden kayacaktır. Sürtünme olabilir ve balonda delikler oluşabilir.
Bu
yüzden, kamyon bütün bunun yerden havalanmasına kadar beklemek zorundadır.
Daha
yukarı çıkıyor.
Ve Alice
Springs’de balona şimdi öyle yakınım ki, fotoğraf çekmeye devam edemeyeceğim.
Böylece
Birleşik Devletler ’de, daha önceki bir uçuşa atlayacağım.
Birleşik
Devletler ’de Texas’ta Palestina diye adlandırılan bir kasabadan bu balonları
uçurmuştuk. Dolayısıyla, uçuşun kalan bölümünü, Texas, Palestina’dan
göreceksiniz.
Böylece,
balon şimdi tamamıyla yerden yukarıda.
Biraz
gaz görüyorsunuz, o kadar da az değil, ama, ancak bu balonun ölçüsüyle
karşılaştırılınca çok az görünüyor.
Burada
paraşütü görüyorsunuz ve sonra burası ayrılabilir radyo kumandası üzerindeki
bağlantısı. Böylece bu çok önemli bir an.
Bu
başlatma kamyonundan sorumlu olan kişi, muhtemelen balonun tam altında olması
için kamyonu sürdü.
Ve
oraya, onun tam altına gelindiğinde, yükü serbest bırakır. Yük bu kamyona bağlıdır.
Eğer
balon çok önde iken yük serbest bırakılırsa, yere vuracaktır.
Çok
erken bırakırsanız, o zaman da yük kuşkusuz başlatma kamyonuna geri
sarkacaktır. İki durumda da felaket olur.
Balonun
çekişi yeterli değilse, örneğin kalkış sırasında bir delik oluşmuşsa, böylece
gerilme yeterince kuvvetli değilse, yükü bırakırsınız, gerisin geri yere küt
diye vurur.
Böylece
bütün bu faktörler hesaba katılmalıdır ve en sonunda sorumlu kişi kalkışa karar
verir.
Ve
işte gidiyor. Tamamen boş. Orada helyumu görüyorsunuz.
Paraşütü.
Ve yükü görüyorsunuz.
Ve
burada balonun 150 00 fit’te olduğunu görüyorsunuz; gökyüzünde 45 kilometre
yüksekte.
Helyum
şimdi genişledi. Balon tamamiyle şişmiştir. Onun doğrudan içine bakabilirsiniz.
Sadece
1 inç’in binde birinin yarısı kalınlığında polietilendir.
Bunlar,
onar metrelik aralıklarla, devasa kanallardır.
Onlar
oradadır, çünkü balon fazla basınca hiç dayanamaz.
Birazcık
fazla basınç olsa, balon patlar; böylece yükselir, yükselir, yükselirken
maksimum hacmine ulaştığında, helyum dibe kaçmalıdır.
Bu
kanallar işte bunun için düşünülmüştür.
Burada
George Ricker’ı görüyorsunuz; benim lisans-üstü öğrencimdi o zamanlar.
Bu,
Avustralya’da. O, şimdi Dr. Ricker. Hâlâ MIT’de. Personel üye.
Ve bu, bizim kurduğumuz –en azından kısmen – bir
tür düzenek.
Ricker, balonun yükselişi esnasındaki ilk sonuçları
kontrol ediyor.
Balon dakikada 1000 fit kadar bir hızla yukarı
gidecek.
Her şey yolunda giderse, sızıntı olmazsa, irtifa
yapması iki-buçuk, üç saat alacak.
Burada beni uçakta otururken görüyorsunuz; balonu
izlerdik.
Kuşkusuz, çok alçaklarda uçarız. 5 000, 10 000
fit’te.
Balona olabildiğince yakın dururuz.
Daima böyle değildir – daima kolay değil,
Avustralya’da kesinlikle değil.
Gözümüz hep her şey üzerindedir; gerekirse, bir
radyo emri vererek balonun uçuşunu sonlandırabiliriz, öyle ki paraşüt aşağı
iner.
Kesinlikle okyanusa yaklaşınca kuşkusuz; yükü
kaybetmek istemiyorsanız, bu gereklidir. Veriler ---- veriler radyo
aracılığıyla geri gelir; böylece veriler kaybolmaz.
Aklıma gelmişken, bu uçaklarda çok sık
hastalanırız.
Bu uçaklarda, benim gibi, 8, 10, 12, ya da daha çok
saat oturursanız, uçmayı öğrenirsiniz; ben gerçekten öğrendim, bunun gibi bir
uçakla oldukça kolay.
Burada Avustralya’nın bir haritasını görüyorsunuz.
Ve burası Alice Springs.
Balonun hangi yöne sürükleneceğini anlamak için,
her gün 140 000 fit’te sonda balonları, hava tahmin balonları uçururuz.
Balonların bu yönde bir yerlere sürükleneceğine
inanmak için her türlü nedenimiz vardı.
Ve radar istasyonlarını uyarırsınız.
Burada bu çemberler, radar istasyonları.
Burada Avustralya’da hava alanları olmadığından, balonu
izleyemeyeceğimizi biliyorduk. Büyük olasılıkla onu kaybedebilirdik.
Dolayısıyla bu radar istasyonlarını uyardık. Balon
görüldüğünde, bize söylerlerdi.
Ve bu bize, balonu kesme, yükü ayırma ve geri alma
olanağı verirdi.
Buna mukabil, balon dosdoğru güneye gitti.
Böylece, hava tahmin balonlarının öngörüleri çok
doğru değildi.
Balon dosdoğru güneye gitti. Zaten gün batımı idi
ve balonun nerede olduğunu çok kesin bilemezdik. Hatırlayın, bu 1970’lerdeydi. Böylece,
emin değildik.
Fakat burada 26 saat kadar sonra, Melbourne’a
yaklaşıyorduk ki Sydney ile Melbourne arasındaki hava sahasına girmemize izin
verilmedi; biz de balonu ayırdık.
Yani yükü balondan ayırdık. Balon çok kırılgandır. Yukarısı
aşırı derecede soğuk olur.
Balon darmadağın olur ve bir çok parça halinde
aşağıya iner; her şey yolunda giderse, paraşüt açılır ve yükü güvenle geri
getirir.
Sonra büyük sorun başlar --- yükü nasıl
bulacaksınız?
Bilinmezliğin ortasındasınızdır. Bu balon aşağı
indi; bu yük aşağıya çölün içine indi.
Ve hava alanları yok.
En azından, muhtemelen yükünüzle beraber en yakın
hava alanından bir kaç yüz kilometre uzaktasınız. Böylece yapacağınız şey
şudur.
Yükün bulunduğu yere yakın bir ev bulmaya
çalışırsınız.
Yükün yerini bulursunuz. Burada personelin aşağıya
indiğini görüyorsunuz.
Yer saptama radarı yüktedir.
O evin üzerinde hoş olmayan bir şekilde bir çok kez
uçarsınız. Çok gürültü yaparsınız. Alçaktan uçarsınız.
Ve böylece, komşuları belki de 70 mil uzakta olan
bu insanlar, onlara ne söylemeye çalıştığımızı bilirler. Onların dikkatini
çekmeye çalışırsınız.
Bunun ne anlama geldiğini bilirler – onlarla
havaalanında görüşmenizi isterler.
Havaalanı ne demekse. Bazen çölde sadece bir
şerittir havaalanı.
Oraya gece inemezsiniz; ancak gün boyu inilebilir. Ve
bizim de yaptığımız buydu.
Jack adındaki bu adamın evinin dikkatini çekmiştik.
O tam bir deliydi, daima sarhoştu, kaçığın biriydi.
Ve böylece havaalanı şeridine gittik ve bekledik;
gerçekten 15 saat sonra kamyonetiyle göründü.
Kamyonette ön cam yoktu. Oradan kanguruları
vururdu.
Çöl zeminde saatte 60 mil gider ve kanguru vururdu.
Bana bir gösteri yapmıştı. Köpeğini tavana
koymuştu. Saatte 60 mil gidebilirdi.
Ve frenlere çok şiddetli basardı.
O zaman köpek sanki mancınıkla havaya fırlatılırdı;
zavallı köpek. Tüm söylediği, “bir yaşlı köpeğe hiçbir hüner öğretemiyorsun”
olurdu. Bundan zevk alıyor gibiydi.
Yükün peşinden gittiğimizde, uçak, kurtarma uçağı, havadadır.
Şeritten kalkılır ve kurtarma uçağıyla temas
kurarız.
Onlar ve sadece onlar yükü görebilir ve yükün
nerede olduğunu bilirler.
Kuşkusuz yerden bunu söyleyemezsiniz. Ve sizi yüke
maharetle yöneltirler.
Kuşkusuz Jack’ın yardımına değer biçilmezdi. Ona
ihtiyacımız vardı.
Bu, adamın biraz tuhaf olmasından bağımsızdı.
Bu kurtarmalar sırasında, bir çok hayvanla
karşılaşırsınız.
Burada bir keseli ayı görüyorsunuz. Bir okaliptüs
ağacının içinde.
Çok uyuşuk bir hayvan. Sizin çoğunuzdan farklı.
Yükün yakınına geldiğimizde, bir hayvan vardı orada,
bir iguana, 6 fit boyunda bir iguana.
Size söyleyeyim; o Allahın cezası ödümü patlattı.
Benimle birlikte olan lisans-üstü öğrencime bunu
göstermek istemedim ve ona dedim ki, “bak, biliyorsun bu hayvanlar tamamen
tehlikesizdir, neden önce sen gitmiyorsun.”
Hayvan yüke dört metreden daha uzak değildi.
Ve öğrencim önden gitti; ama şaşılacak şey şu ki, yükü kurtarmak ve
onları Jack’ın kamyonetine koymak için sarfettiğimiz 10 saat boyunca hayvan hiç
kıpırdamadı yerinden.
Tamamiyle durgun, sadece orada oturdu. Bu, onun
dikkat çekmeme yoluydu.
Ve işte orada yükü görüyorsunuz.
Bu Alice, Jack’ın karısı; bu Tom Brooks;
Amerika’dan geldi, iyi bir elektronik uzmanı.
Ve burada yükü görüyorsunuz. Çok zarar görmüş gibi
duruyor, ama hiç de öyle değil.
Bu, çarptığında yükü koruyacak olan çarpma yastığıdır.
Ve çarpma durumunda, çarpma yastığı çok iyi
çalışır; bu yük çok az zarar görür.
Ve üç-beş gün sonra Alice Springs’e geri
gelirsiniz.
Alice Springs yerde bir çukurdur. Orada hiç bir
zaman hiç bir şey olmamıştır.
Böylece kuşkusuz “Centralian Advocate” gazetesinin ilk
sayfasına geçersiniz.
Mükemmel balon uçuşu; binlerce kişi uzay
araştırmasının başlamasını seyreder.
Onu bir uzay araştırması sanırlar; fena değil.
Balon profesörü tekrar Alice’te !... Orada bana
balon profesörü diyorlar.
Orada liselerde ve Rotary Klüp’te çeşitli
konuşmalar yaptım.
Bir tür yerel şöhrettim. Habercilere saatlerce
konuştum.
Bu hikayeyi okuduğunuzda, saçmalıklara
inanmazsınız, fakat o kuşkusuz sadece bir ayrıntıdır.
Peki, şimdilik bu slaytlar yeterli.
20 kadar başarılı uçuş yapmıştım. 1966 ile 1980
arasında.
Bir çoğu Birleşik Amerika’da. Kanada’da ve ayrıca
Avustralya’da.
Bu sonuncusu, gökyüzünün Birleşik Devletlerden
göremediğimiz kısmını kaplayan güney yarı-küresindedir.
İki kez serbest düşmeye uğradım. İki balonum
yükselirken troposfer’de patladı.
Yükü yeterince hızlı ayıramadık ve sonra bütün her şey,
paraşüt falan birbirine dolaştı. Böyle bir durumda, serbest düşmeye
başlarsınız.
Yerde büyük bir çukur ve teleskopun sonudur bu. Ve
öyle oldu.
İki kez tamamiyle kaybettim teleskopumu.
Fakat şanslıydım; bu başarılı uçuşlar esnasında
çeşitli ilginç keşiflerde bulundum.
Çok erken beş yeni X-ışını kaynağı keşfettik. Onların
hiç biri roketlerle bile gözlenememişlerdi.
Gerçekten yeni olan bu kaynakların bir kısmı,
oldukça değişkendi.
Onlar X-ışını şiddetlerini, çok kısa bir zaman
ölçeğinde değişiyorlardı.
Roketler, atmosferin üstünde sadece 5 dakika
kaldıkları için, uzayı hızla taramalıydılar ve böylece onlarca dakikalık bir
zaman ölçeğindeki değişikliği keşfetme olanakları yoktu. Fakat bunu balonlarla
yapabilirsiniz.
Uzayı bazen 10 saat, 20 saat gözlemliyorduk ve bu
gerçekten de işe yaradı.
Bizim -- benim en uzun balon uçuşum, 26 saatti.
GX 1+4 adını verdiğimiz bir kaynaktan da X-ışınları
gözlemiştik.
1+4, onun uzaydaki konumunu belirtir.
Ve bu, X-ışınlarında bir periyodik sinyal
göstermişti.
Yaklaşık 2,3 dakikalık bir periyodiklik.
O zamanlarda, bunun ne anlama geldiği konusunda bir
ipucuna sahip değildik; fakat kuşkusuz daha sonra bunun önemini anladık.
Ve biraz sonra siz de anlayacaksınız, bunun ne
kadar önemli olduğunu.
Böylece onlar acaba ne türden nesnelerdi?
Güneşten çok, çok farklıydılar. Artık onların ne
olduklarını biliyoruz.
Bu nesneler ikililerdir. İkili yıldızlar.
Bir yıldız güneşten farklı değildir; normal nükleer
yanma halinde bir yıldızdır.
Ve bir nötron yıldızının, bazı hallerde ise bir
kara deliğin yörüngesindedir.
Birbirlerinin etrafında dönerler.
Eğer onlar yeterince yakın olarak beraberseler, bu
yıldızın maddesi nötron yıldızı tarafından, yıldızın kendi çekiminden daha
büyük bir kuvvetle çekilir.
Bu böyle olunca, bu madde orada kalmak istemez. Fakat
nötron yıldızına gitmek ister.
Bu madde, kuşkusuz açısal momentuma sahiptir, çünkü
etrafında dönmektedir.
Böylece nötron yıldızına serbest olarak düşemez.
Spiral çizerek, yavaş yavaş nötron yıldızına doğru yolunu
oluşturur.
Biz buna “toplanma
diski” deriz.
Ve buna “verici” deriz; nötron yıldızına madde
aktarımı için yakıt temin eder.
Nötron yıldızının bir M kütlesine ve bir R
yarıçapına sahip olduğunu var sayalım.
Ve nötron yıldızına küçük m kadar bir madde
atıldığını kabul edelim.
Hepiniz 8.01 dersinden, nötron yıldızına bu
maddenin hangi hızla ulaşacağının kolayca
hesaplanabileceğini hatırlarsınız.
½ mV2 kinetik enerjisi, m M G / R ‘ye eşit olmalıdır.
Bu denklemi, geçen derste kozmolojiyi tartışırken
tahtaya yazmıştık. Aynı denklemdir.
Maddenin nötron yıldızına düşeceği hız işte budur.
Bu, nötron yıldızının kütlesi ve bu, nötron
yıldızının yarıçapı ise.
Daima yaptığınız gibi, kütleyi kaybediyorsunuz. Ve
böylece bu hızı hesaplarsınız.
Bu korkunç büyük bir hızdır, çünkü bir nötron
yıldızının yarıçapı acayip şekilde küçüktür.
Bir nötron yıldızın kütlesi, güneşin kütlesiyle
karşılaştırılabilir büyüklüktedir.
Birazcık büyüktür. Fakat çok değil.
Fakat yarıçapı, güneşin yarıçapından 100 000 kere
daha küçüktür.
Yarıçap, ancak 10 kilometre kadardır.
Ve bunun sonucu olarak, maddenin nötron yıldızına
çarpma hızı, ışık hızının üçte-biri kadardır.
Bu madde nötron yıldızına çarptığında, bu kinetik
enerji ısıya dönüşür.
Bu da nötron yıldızının yüzeydeki tabakalarını
ısıtacak ve sıcaklığını 10 milyon, 100 milyon derecelere yükseltecektir ve
böylesine yüksek sıcaklıklarda yıldız neredeyse tüm ışınımını X-ışınlarında
yayacaktır, optik bölgede değil.
Bizim güneşimiz oldukça soğuktur.
Sadece 6000 derece.
Ve böylece güneş ışınımının çoğu optik bölgededir; ancak
sıcaklık 10 milyon, 100 milyon derecelerine geldiğinde, yayınlamanın maksimumu
X-ışınlarındadır.
Bu inanılmaz güce, nötron yıldızının bu inanılmaz
kütle-çekimine bir nebze saygı duymanız, onu birazcık kavramanız için
diyebilirim ki, bir Amerikan lokumunu alıp uzaktan bir nötron yıldızının
yüzeyine atsaydınız, çarpmada salınacak enerji, İkinci Dünya Savaşının sonuna
doğru Hiroshima ve Nagasaki’ye atılan bir atom bombasının enerjisi mertebesinde
olurdu.
Nötron yıldızları, çok güçlü manyetik alanlara
sahiptirler.
Ve vericiden nötron yıldızına akan madde iyonlaşmış
durumdadır.
O, plazmadır. Yüklüdür.
Ve 8.02 dersinden hatırlayacağınız gibi, bir
manyetik alan içinde bir yüklü parçacığınız varsa, V vektörel çarpım B gibi bir
terim de vardır.
V vektörel çarpım B kuvveti...
V vektörel çarpım B kuvveti, bu yüklü parçacıklara
manyetik alan çizgileri etrafında spiral çizdirecek ve manyetik kutupların
yakınında sonlanacaklardır -- dünyaya
ulaşan güneş rüzgarı gibi değil, o yüklü
parçacıklar ise, dünyanın manyetik kutupları yakınında atmosfere girerek
aurora’ya yol açarlar, daha önce tartıştığımız gibi.
Nötron yıldızı üzerinde iki sıcak noktada sona
varmış olursunuz; bu sıcak noktalar, akan maddenin nötron yıldızına hızla
çarptığı yerlerdir.
Manyetik kutuplarda sona varırsınız.
Nötron yıldızının dönme ekseni, manyetik dipol
ekseni ile
Uzun boylu erkek fizikçi.
Merhaba, Bayan Peltier
Adınızı hatırlıyorum.
Benim 8.01 dersimdeydiniz.
Fizik, bu bir fizik dersi midir?
Öğrencilere sorun. Ben bilmiyorum.
Çok yakışıklı ve çekicisiniz.
Sen de öylesin.
Bir sorumuz olacak. Sanırım, bunun cevabını siz bilirsiniz.
Ben bunun yanıtını bilmiyorum..
Tamam; sanırım, doğru kişiyi bulduk.
Size söylenecek bir şarkımız var.
Ben gençken, kimseye ihtiyacım yoktu
Fakat bilgelik sözleri söylenerek, zamanlar değişti
Maxwell
denklemleri benim için çok güç; lütfen bana yardım edin, bana yardım edin.
Yardım
Birine ihtiyacım var
Yardım
Herhangi biri olmaz
Yardım
Biliyorsunuz, birine ihtiyacım var
Walter’a.
Ben genç iken, bugünden çok daha genç
Asla birinin yardımına ihtiyaç duymazdım, hiç bir
şekilde.
Fakat şimdi o günler uçup gitti, o kadar öz-güvenli
değilim, artık ev ödevlerimi zor buluyorum, artık hiç birşey bilmiyorum.
Edebilirsen, yardım et; yoksa çakıyorum
Walter Levin, fizik yapamaz; nasıl bilmiyorum
Ben “geçti-kaldı” sınırındayım, yıkılmama izin
verme.
Lütfen, beni lütfen geçirmeyecek misin?
Daha sersemdim, bugünden çok daha sersem; Lenz’i,
Maxwell’i, ya da Faraday’ı bilmezdim.
Fakat artık o günler geçti; artık o kadar sersem
değilim. 8.02’ye tesekkürler ve cesur profesörümüze. Yapabilirseniz, bana
yardım edin, şimdi çakıyorum.
Şarkı söyleniyor: Walter Levin; fizik yapamaz, nasıl bilmiyorum.
Ben “geçti-kaldı” sınırındayım, yıkılmama izin
verme.
Yapmaz mısın? Lütfen, lütfen geçir beni.
Walter Levin, 8.02’yi öğrettiğin için teşekkürler.
Şimdi yaz; hepimiz özleyeceğiz sizi.
Sizi çıldırttık ve biz hepimiz güzel vakit geçirdik.
Böylece sizin övgünüzde perilerin sesleri ahenkle
çınlar.
Haftanın sekiz gün
Sizi seviyorum
Haftada sekiz gün
Kaygılanmam yeterli değil mi?
Yaptığınız herşey için teşekkürler, bir şekilde
geçeceğim
E ve M beni yıkamaz, şimdi bunu biliyorum
Gelecek yıl “geçti-kaldı”ya kalmayacağım; söz
veriyorum
Olmaz mı? Lütfen, lütfen geçir beni, geçir beni,
geçir beni..
Gözlerimde yaşardı. Çok hoştu.
Böylece
değerlendirme formlarınızı doldurmak için şimdi hiç zaman kalmayacak.
Size
bu çift sistemler için bazı kanıtlar gösterecektim.
Böylece
nötron yıldızı üzerinde bu sıcak noktalara sahibiz; nötron yıldızı döndüğü ve
dönme ekseni manyetik dipol ekseniyle çakışmadığı için, sıcak noktayı
göreceksiniz, sıcak noktayı, sıcak noktayı, sıcak noktayı ve bu X-ışını
atmalarını açıklar.
Bazı
durumlarda X-ışını tutulmalarını da görebilirsiniz.
Yerden
göründüğü kadarıyla, nötron yıldızı çok büyük olan verici yıldızın arkasına
saklanırsa, X-ışınlarının tümü soğurulur ve böylece X-ışınları tamamen durur.
Bir
X-ışını tutulmasına uğrarsınız ve birkaç
saat sonra gene X-ışını tutulmasından kurtulursunuz.
Kanıt
olarak göstermek istediğim işte bu; yetmişlerin başlarında çıkmıştı.
Uhuru
uydusuyla çekilmiş; ilk slayt temel fikirdir.
Hayır,
o doğruydu; John, John, şu resme geri git, evet, burada görüyorsunuz, kuşkusuz
bu bir taslak, gerçek bir şey değil.
Burada
bir yıldız görüyorsunuz. Güneşten farklı değil.
Ve
sonra burada nötron yıldızını görüyorsunuz. Bazı durumlarda bir kara delik.
Bu
yıldızdan madde emiliyor, çünkü bu yöndeki kütle-çekimi daha büyük.
Toplanma
diski oluşur ve nötron yıldızında sonlanıyor.
Ve
bir sonraki slayt, kalp gibi atan bir sistemin ilk inandırıcı keşfidir.
Nötron
yıldızının dönmesi. Bu zaman ölçeği, burada 1,25 saniyedir.
Ve
veriler burada, bunlar veriler; ne yazık ki bu yayındaki bu çok kalın çizgi
neredeyse verileri bastırıyor; fakat çok açık olarak fikir şu ki X-ışını
sinyali – bu, X-ışını sinyalinin şiddeti; bu, zaman; 1,25 saniye – evet X-ışını
sinyali 1,25 saniyelik periyotla titreşiyor.
Ve
bu, nötron yıldızının dönmesidir.
Bir
sonraki slayt aynı cismi gösteriyor, Hercules X-1 denen cismi.
Çok
farklı bir zaman ölçeği üzerinde görüyorsunuz; bu, günler’dir.
X-ışını
tutulmalarını görüyorsunuz; nötron yıldızı verici’nin ardına
gittiğinde,X-ışınları tamamen kaybolur.
Ve
yörünge periyodu 1,7 gündür. X-ışınları tamamiyle kaybolur.
Bu
resim çok tanınmıştır.
Hiç
bir kuşkuya yer olmayacak şekilde, bu nesnelerin ne olduklarını biliyoruz.
Artık
kimse balon uçurmuyor; bugünlerde bütün gözlemlerimi uydulardan, Avrupa uydularından,
Japon uydularından ve Amerikan gözlemevlerinden yapıyorum.
Son
zamanlarda, yörüngede Rossi zamanlama kâşifi
var ve ayrıca Chandra var; Chandra kasabadaki en büyük şey.
1975 ile 1979 arasında burada, MIT’de, çok
şanslıydık; çünkü kendi özel X-ışını
gözlemevimize sahiptik.
SAS–3 diye
adlandırılmıştı. Tamamen MIT’nin işletimindeydi.
Onu 37 Nolu bizim binamızdan, Uzay Araştırmaları
Merkezi’nden yönetiyorduk, günde 24 saat, yılda 365 gün.
Josh
Grindlay ve John Heise’nin bir Hollanda uydusu kullanarak, ister inanın ister
inanmayın, ani X-ışını patlamaları gösteren bazı X-ışını kaynaklarını
keşfettikleri zamandaydı.
X-ışını
şiddeti birkaç saniye içinde 10, 20, 30 katına çıkıyor ve sonra belki de bir
kaç dakikalık zaman ölçeği üzerinde gene yavaş yavaş azalıyordu.
Bu X-ışını
patlamalarını araştırmak için mükemmelen uygun bir SAS–3 gözlemevine sahiptik
Ve iki yıl içinde tam 8 tane yeni patlama kaynağı
bulmuştuk.
Sanırım
alçak gönüllülükle söyleyebilirim ki, artık bu X-ışını patlamalarının ne
olduklarının anlaşılması, büyük ölçüde bizim gözlemsel çalışmalarımıza ve
ayrıca o zaman ve hâlâ MIT’de olan Profesör Joss’un kuramsal
çalışmalarına dayanmaktadır.
Bunlar, nötron yıldızının
yüzeyi üzerindeki devasa nükleer bomba patlamalarıdır.
Nötron yıldızı üzerine düşen madde, büyük ölçüde
hidrojen ve helyumdur.
Çünkü bu yıldızın maddesi hidrojen ve helyumdur.
Ve nötron yıldızının yüzeyi üzerindeki yoğunluk ve
sıcaklık öylesine yüksektir ki orada nükleer tepkimeler elde edersiniz.
Üç tane helyum-4 çekirdeği, bir karbon oluşturmak üzere
kaynaşırlar. Ve sonra enerji salınır.
Bu nükleer tepkime çok kararsızdır, aşırı derecede
sıcaklığa duyarlıdır.
Sıcaklık artarsa, tepkime hızı da büyür, daha çok enerji
salınır. Sıcaklık arttıkça, tepkime hızı da artar, vs… daha çok enerji salınır.
Ve herşey kontroldan çıkar. Bir termonükleer patlama elde
edersiniz. Bir termonükleer parlama
görürsünüz. Nötron yıldızının yüzeyi üzerinde devasa bir bomba patlaması.
Bu bomba patlamaları, Yer üzerinde kurabileceğimiz en
güçlü hidrojen bombalarından 18 büyüklük mertebesinde daha güçlüdür.
Böylece
bu tabaka, bu taze akma tabakası bir büyük bomba patlamasında yukarılara
fırlatılır ve sonra yeni madde akar ve bir kaç saat sonra bir başka bomba
patlaması görürsünüz. Böylece günde birçok X-ışını patlaması görebilirsiniz.
Bu yıldızların optik
karşılıkları, bu çift-yıldızlar, çok sönüktürler; fakat onları yerden optik
gözlemevlerinden görebilirsiniz.
Ve o zamanlar, bir X-ışını patlaması ile aynı anda bir optik patlama da görebileceğinize inanmak için nedenlerimiz vardı. Ve şimdi buna inanma nedenlerimizi vereceğim size.
Burada
nötron yıldızını görüyorsunuz ve toplanma diskini görüyorsunuz.
Şu anda bir
X-ışını patlaması olduğunu var sayalım.
Bu kırmızı
zikzaklar, X-ışını patlamasından gelen X-ışınlarıdır. Dünya bu yöndedir.
Böylece bu
X-ışınları dünyaya once ulaşırlar.
Fakat bu
yönde giden X-ışınları da vardır. Onlar disk tarafından soğurulurlar.
Ve disk
ısınır. 30 bin, 40 bin derecelere. Ve optik ışık salmaya başlar.
Bu optiksel
ışığın bir kısmı dünya yönüne gidecektir.
Ve böylece,
bunun anlamı şudur: bu optiksel ışık ile
bu X-ışınları arasında bir gecikme olur. Çünkü, bakın.
Bu yol
uzunluğu, bize bu yol uzunluğundan daha
uzundur.
Ve
dolayısıyla, sadece bir optiksel parlama – yani, diskin X-ışınıyla ısıtılması
ve diskten optiksel ışık çıkması -- görebilmeyi ummuyorduk, fakat ayrıca
gecikmeyi de görmeyi umuyorduk.
Gecikmeyi ölçebilirseniz, eğer bir
saniyelik bir gecikme görürseniz; bu demektir ki bu geometri, buradan buraya
kabaca bir ışık-saniyesidir.
Ve çok
ihtiraslıydık. 1977 yazında dünya çapında bir kampanya düzenledik.
SAS–3 ile,
gökyüzünde iki hafta boyunca özel bir X-ışını patlama kaynağı gözlemleyecektik.
Ve yerden
gözlem yapanlara, optiksel-, radyo-, kızılaltı-gözlemcilerine rica ediyorduk ki
gözünüzü bu nesneden ayırmayın ve ayrıca yapabildiğiniz kadar uzun süre onu
gözleyin.
17 ülke
katkıda bulundu. 44 gözlemevi katkı yaptı. Katıldı.
Ve bu iki
hafta boyunca, SAS–3 ile bu nesneden 110 X-ışını patlaması gördük; hiç birini
optiksel bölgede gözleyemedik; hiç birisi radyo bölgesinde de değildi.
1978’de
bunu gene denedik ve başarılı olduk.
Bu, Joss
Grindlay ve benim lisans-üstü öğrencim Jeff McClintock ile bir işbirliğiydi;
Joss o zaman Harvard’taydı ve Jeff ise o zaman zaten Dr. McClintock’tu.
Jeff de
Harvard’taydı ve hâlâ orada. Harikulâde bir başarıydı.
“Nature” dergisine onu kapak yaptık; çok prestijli bir
bilimsel dergidir.
New York Times ve dünyadaki birçok gazete tarafından yayınlandı.
Bir çift-sistemden aynı anda bir X-ışını patlamasını
ve bir optik patlamayı gözleyebilen ilk grup bizdik.
Size göstereceğim veriler, 1978 verileri değil. Onlar
bir yıl sonra alınmış veriler; çünkü daha iyi kaliteye sahipler.
Nasıl yapacağımızı, kuşkusuz öğrendik. Bunlar, SAS–3 ‘ten olan veriler değil.
Çünkü SAS–3 1979’da
artık yörüngede değildi; bunlar bir Japon uydusu olan Hakucho’dan.
Burada
zamanları saniye cinsinden görüyorsunuz, ve burada X-ışını şiddetini. Burada Japon uydusu Hakucho ile gözlediğimiz
X-ışın patlamasını görüyorsunuz.
Ve burada arkadaşım
ve meslektaşım Holger Pedersen tarafından alınmış optik verileri görüyorsunuz. O,
Şili’deki bir Avrupa güney gözlemevini kullanmıştı.
Ve tertemiz
bir optiksel parlama gözlemişti.
Bu, X-ışını
patlamasından önce ışığın şiddetidir; inanılmaz bir artış ve sonra bir bozunma
görüyorsunuz.
Bunları
öylesine çizdim ki, ikisi de aynı yüksekliğe sahip olsun.
Bu,
kuşkusuz yapaydır. Fakat o, ikisini karşılaştırılmasını kolaylaştırır.
Ve böylece
şimdi sıkı muayene testine geliyoruz.
Şimdi
birini diğerinin üzerine koyarsam, bu durumda çok açık şekilde görürsünüz ki,
hep beklediğimiz gibi, optiksel sinyal gerçekten X-ışını sinyaline göre
gecikmiştir.
Ve
yapabiliriz diye umudettiğimiz ölçümü şimdi yapabiliriz
Bir eğriyi
diğerinin üzerinden iki saniye kadar kaydırırsanız, onlar neredeyse
birbirlerinin karbon kopyası olurlar.
Ve böylece, bu
nötron yıldızının etrafındaki toplanma diskinin geometrisini ölçmeyi ilk kez
başarmıştık.
Onlar kabaca 2
ışık-saniyesi yarıçaplara sahiptir.
Işık, 2 saniye
daha gitmeliydi; önce X-ışını, X-ışını ısıtması ve sonra optiksel ışın.
2 ışık-saniyesi,
Dünya’dan Ay’a olan uzaklığın iki katı kadardır.
Böylece bu
sistemler şaşılacak derecede tıkızdırlar, gerçekten çok küçüktürler.
Söylemek gereksiz
ya, geçen sömestre esnasında hiç araştırma, hiç bilim yapamadım; 8.02 dersi,
sunmam gereken herşeyi ve daha fazlasını yalayıp yuttu.
Sanırım,
lisans-üstü öğrencilerim için üzüntü duymalısınız.
Ve sanırım, kendinizi
suçlu hissetmeniz için de tüm haklara sahipsiniz.
Aklında her zaman
siz vardınız ve sadece MIT’de değil, fakat evde de, oturma odamda, mutfağımda;
duş aldığım zaman ve hatta sık sık rüyalarıma girdiniz.
İnanın bana, bu
dinleyicilerin arasında outran eşim Susan için cehennem azabı yaşamak gibiydi;
onun için hiç hoş değildi..
Samimi olarak, bugünden sonra hayatım değişecek
Bununla birlikte,
hayale kapılmayayım.
Çoğunuz dört
Maxwell denklemini çabucak unutacaksınız, indüksiyon hakkında herşeyi
unutacaksınız ve korunumsuz alanları da.
Sizin için gene de umarım ki, bunları gelen haftadan
önce unutmayın.
Fakat eminim ki
bir gökkuşağı gördüğünüzde, kırmızının dışta ve mavinin içte olduğunu kontrol
etmemeye direnemeyeceksiniz.
O tedavisi olmayan
bir hastalıktır.
Eğer kişisel
kutuplayıcılarınızı yanınızda taşırsanız, gökkuşaklarının gerçekten kuvvetli
bir şekilde kutuplu olduğunu doğrulamak isteyeceksiniz ve bunu yaparsanız,
sizinle gurur duyacağım.
Amper, Gauss,
Faraday ve Maxwell hakkında herşeyi unuttuktan çok sonra, hatta onların
isimlerinin nasıl hecelendiğini hatırlamaz olduktan çok sonra, 8.02 dersinden
hatırlayacaklarınızın hepsi buysa; eğer tek hatırlayacağınız gökkuşağıysa;
sizin hayatınızı zenginleştiren birşey başarmış olacağım, ve beni
hatırlayacaksınız.
Ve umarım, bunlar
mutlu anılar olacak.
Dersime devam
ettiğiniz için teşekkür ederim.